Ocağa dikilmiş incir ağacı misali, bundan 100 yıl önce Balfour Deklarasyonuyla, Filistin topraklarında Yahudilere Milli Yurt kurulması sağlanmıştı. 50 yıl önce “Kudüs, Batı Şeria ve Gazze” İsrail tarafından işgal edilmişti.

“Çevresi mübarek kılınan topraklardan” Ecdadın çekilme süreciyle başlayan ayak oyunları bitmedi! Uluslararası platformda bölgenin istikrarsızlaştırılması için büyük/küçük tüm kurumsal şeytanlar kendine düşeni hevesle yerine getiriyor. Peki “amaç ne”?

Dünyanın dört bir yanında sosyal ve ekonomik açıdan örgütlenmiş Yahudi kuruluşlarının temel gayesi Ortadoğu’da ısmarlama yöntemlerle kurulan bu devlet müsveddesini tutundurmaya çalışmaktır. Kendi meşruiyetine ve yaptıklarına bir idol çerçevesinde inandırılmış psikopatlar topluluğu. Sırtını batıya dayamış bu çadır devletin sürdürülebilir varlığı için, kim bilir ne denli ekonomik değerler feda ediliyor. Ancak feda ettikleri şey sınırlı, en azından “hayat” en kıymetli olanı ve bu meseleler için feda edilemez. Peki bu “paravan yapı” kuklacı mı/kukla mı?

Sadece kuvvetle, medeniyet inşa etmek ahmaklık olsa gerek. Kadim şehirleri, mesnetsiz ve sapık hikayelerle yönetemeyeceklerini zaman gösterecek, tıpkı geçmişte olduğu gibi. Samiri ruhlu mürebbiyeleriyle çıktıkları kaydıraktan kayarken sert bir duvara çarpacaklar. Canları o kadar çok yanacak ki o duvarın dibinde ağlayacaklar. Peki “ne kadar” cesurlar?

Ümit etmek, celladının yağlı urganı boynuna geçirdiği anda bile, uzaklardan gelen “meltem rüzgarını” teninde hissetmektir. Bu ruh halini bilmeyen ve hiçbir zaman bilemeyecek olan zalimler, en kuvvetli olduklarında bile çaresizdir. Tıpkı “GDO’lu Kudüs Hurması” gibi görüntü iyi ama gerisi boş…

Dünyanın dört bir yanında ahlaklı ticaretleriyle tanınan bu güruh ekonomik ilişkilerde yaşanan her türlü uyuşmazlığın müsebbibi olduğu acı bir gerçektir. Onlar bu kirli ilişkiler dünyasının tasarımcısıdır. Tıpkı peygamberlerini öldürdüklerinde hissettikleri aşağılık hazda olduğu gibi, yaptıklarıyla gurur duyarlar. Peki “kahpeliği” kimden öğrenmişler?

Çaldıkları her minare için kılıf hazırlama da mahirdirler. Onlar için, sadece yaşayan ötekiler sorun oluşturmazlar, geçmişinde kendi öğretilerine göre tasarlanması gerektiği için “mezar soyguncuları” olarak bilinirler. Önce “kayıp mülkler” diye bir mevzuat çıkartırlar, sonra bu mevzuatla fırsat buldukça mekanları işgal ederler. Nede olsa her şey hukuk çerçevesinde ilerlemiştir. Peki “Nazi Esir Kampları” kimler içindi, hiç yaşanmadı mı?

Çocukların geleceğini çalmak onlar için çok kolaydır. Kadim şehirlerde, legal çakal sürüsüyle korku salarlar. Her an için elleri duvara dayanmış bir çocuğu, üst araması yaptıklarını görürsün hem de böğürerek bu işi yaparlar. Bu sahneler masum yürekleri nasırlaştırmıştır, o çocuklarda ki korku eşiği bizim bildiğimizin çok daha ötesinde başlar. Peki, bu şehirde “asayiş” nasıl sağlanır?

Uluslararası platformlarda “mağdur edebiyatı” için siyaset, sanat, medya gibi birçok enstrüman kullanırlar. Böylece, Kadim şehirlerde yaşananlar başkaları tarafından bilinmez. Ağlak fasıklar gibi çektikleri acıyı, yaşadıkları cefayı anlatırlar. Filmleriyle tüm dünyayı bu yalana inandırırlar. Peki güneş balçıkla sıvanır mı hiç?

Metrelerce yükseklikte, kilometrelerce uzunlukta duvarlar ne denli muktedir olduklarının kanıtıdır. Bunu duyan ve vicdanı olan bir düşünür “bu neyin kafası”. İmar ettikleri şehirlerin parklarına gargat dikerler, otobüs duraklarının yol kısmını çelik dubalarla kapatırlar. Neden mi? Bu güruha sormak lazım! Hadi sordum diyelim; el-cevap “Mabed’i seviyorum fakat hayatı daha çok seviyorum”