"Baba?" dedi, Erdem neşeyle. Yağmurlu ve sisli bir akşamüstüydü. Sokaklar işinden ve okullarından çıkmış ve eve gitmek için can atan insanlarla doluydu. Otobüsler tıklım tıklımdı. Çocukların neşeli, yetişkinlerin ise yorgun sesleri caddeleri doldurmuştu.
Bakkal Hasan'ın bir ahbabıyla heyecanla sohbet ettiği, Balıkçı Tevfik'in ise başında bekleyen müşterilerine siparişlerini paketlemeye çalıştığı görülebiliyordu. Sahili martıların ihtişamlı çığlıkları dolduruyordu. Fakat Erdem işinden veya okulundan dönmüyordu. Bakkal Hasan'dan veya Balıkçı Tevfik'ten haberi yoktu.
Erdem 15 yaşına henüz girmişti. Yaklaşık iki ay önce bir trafik kazası sonucu buraya kapatılmıştı. O günden beri bir daha da güneşi ve gökyüzünün maviliğini görememişti. Yataktan başka hiçbir şeyin olmadığı bu bembeyaz küçük odada.. Doktor Alperen ona iyi olmadığını, burada tedavi göreceğini söylemişti. Oysa Erdem kendinde bir gariplik göremiyordu. Ailesiyle de bu konuyu tartışmış, bir sonuca varamamıştı. Bıkkınlıkla dudak büktü fakat kendisini ziyarete gelen ailesinin önünde üzüntüsünü göstermek istemediğinden bu ifade hızla bir gülümsemeye dönüştü.
"Oğlum, sağlıklı beslenebiliyor musun? Aç bırakmıyorlar dimi seni burada?"
"Yok ana, merak etme sen! Burası gayet güzel, sadece.. bilirsin ya, dışarı çıkmak istiyorum. Burada bunalıyorum ana. Gün ışığı görmeyeli çok oldu.."
"Bir bildikleri vardır aslanım, sen dert etme. Elbet yanımıza döneceksin. Acelesi yok, bir yere kaçmıyoruz ya!" diye yükseldi babasının gür sesi.
"Haklısın baba, bir iki aydan bir şey olmaz. Hem artık ben koca adam oldum! Dimi?"
Baba büyük ve kaba ellerinden birini kaldırarak oğlunun dalgalı saçlarını okşamıştı.
"Hem de nasıl bir adam, aferin! Babasına çekmiş aslan parçası."
Güldüler ailecek, Erdem böyle bir durumda olmasına rağmen ailesi ona bunu unutturuyordu sanki. Her fırsatta ziyarete gelip onunla sohbet etmeyi ihmal etmiyorlardı. Kendisi onlara sürekli işlerinden olmamalarını söylese de gelmeleri onu duygulandırıyor, mutlu ediyordu.
Kapının usulca açılmasıyla içeri beyaz önlüklü bir görevli girdi, bu sağlık teknisyeni Cemal'di. Erdem'in sohbet edecek fazla kişisi olmadığından bu süreç boyunca ona arkadaşlık etmişti. Güler yüzlü bir çalışandı. İki aydır tanışmalarına rağmen Erdem ona güvenir, can dostu olarak görürdü. Cemal'in etkisi böyleydi işte. Yatağa yaklaşıp elindeki tepsiyi Erdem'e uzatırken yine yüzünde bir gülümseme vardı. Doğrulurken Erdem'i süzüp tepsideki hapları göstermişti.
"Haplarını getirdim, içmeyi ihmal etme. Geçen sefer almadığın için başım büyük belaya girdi! Önümde içte emin olayım."
Erdem'in kaşları çatıldı. Ailesine kısa bir bakış attı fakat onlar rahatsız olmuşa benzemiyordu. Başını yavaşça iki yana sallayıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Bu tavır Cemal'in tek kaşının kalkmasını sağlamıştı.
"Görmüyor musun Cemal Ağabey, ailem burada! Gittiklerinde içeceğim. Hem o hapın tadı iğrenç."
Cemal'in gülümsemesi aniden donuklaşmıştı. Yüzünü ekşitip elini gözlerine götürdü ve bir süre sessiz kaldı. Saniyeler sonra yatağa oturup bir elini Erdem'in omuzuna koymuştu.
"Erdem.. iyileşmeye başladığını sanıyordum. Bunu kaçıncı konuşmamız bilemiyorum fakat ailen iki ay önce senin de bulunduğun bir trafik kazasında öldü. Şimdi lütfen, ilacını al."
Erdem'in parlayan yüzü bembeyaz kesildi. Kafasını yavaşça ailesine çevirdi. Şimdi annesinin ve babasının yüzleri anlamsızca ona bakıyordu. Erdem titrek bir sesle konuşmaya başladığında yatakta geri geri gidiyordu.
"Baba?"
Yorumlar